Ülkemizin yasaları çocuksuz eşlere çocuk edinmeyi güçleştirici niteliktedir.

Eşlerden ancak yaşını aşmış olanlar, yasal olarak çocuk edinebilirler. Oysa ülkemizde, öksüz ve kimsesiz çocuk sayısı, batı ülkelerinden kat kat yüksektir. Batı ülkelerinde ise durum tersinedir: Yasalar çocuk edinmeyi kolaylaştırmıştır ama istekli eşlere yeter sayıda çocuk bulunamamaktadır.

Çocuk edinen eşler, genellikle uzun bir evlilikten sonra, kendi çocukları olmasından umut kesince, bu yola başvururlar. Bu yasal anababalar da «manevi ana babalar», genellikle çocuklarına çok düşkün olurlar. Aldıkları «emaneti» büyük bir özenle yetiştirirler. Hiçbir şeyini eksik etmemeye çalışırlar. Belki kendi çocukları olsaydı bu denli üstüne titreme gereği duymazlardı. Kısacası, yasal anababalar her çeşit özverilerine karşılık, en aşırı ölçüde koruyucu-kollayıcı anababa olup çıkarlar. Sevmeye hakları varmış da, cezalandırmaya hakları yokmuş gibi çekingen davranırlar. Bu, çocuklarına yeterinden çok sevgi ve ilgi gösteren yasal anababaları eleştirmek anlamına gelmez. Çok sevilip, çok kollanmak, hiç kuşkusuz, ortalıkta kalmaktan da öksüz yuvalarında yetişmekten daha iyidir. Ancak her anababa gibi, yasal anababalar da yanılgıya düşebilirler. Ara sıra çocuğa, istemeden itici davrandıkları da olur. Çocukta beğenmedikleri huyları, öz anababaya mal ederken, bütün özelliklerin kendilerinden geldiğini sanmak eğilimindedirler.

Çocuk edinen anababaların, çocuğa yapacakları en büyük kötülük, bir kızgınlık anında, geldiği yere geri göndermekle korkutmaktır. Çocuk bundan çok yaralanır; bütün sevgi ve ilginin yalan olduğu sonucuna varır. Bu tür sözler, çocukla ilişkiyi tümden koparabilir. Ancak böyle korkutmalara, ülkemizde pek rastlanmaz. Çünkü ülkemizde çocuk edinen eşler gerçeği çocuktan gizlerler. Her şeyden önce, çocuğa öz anababa olmadıklarını söylemek, dünyanın en acımasız işi gibi gelir. Gerçeği öğrenince, çocuğun yaralanacağından, yıkılacağından çekinirler. Buna hakları olmadığını düşünürler. Ayrıca, çocuğun kendilerinden soğuyacağından, onlara anababa gibi bağlanamayacağından korkarlar. Bu tür korkularında haksız değillerdir. Ancak görmezden geldikleri bir gerçek daha vardır: Çocuk gerçeği, nasılsa bir gün başkalarından öğrenecektir. Komşular,
komşu çocukları, tanıdık ve bildikler, bu acı gerçeği çocuğa er ya da geç ileteceklerdir. Kimi bunu kötülük olsun diye, kimi de düşüncesizlikten yapacaktır. Sonunda çocuk, en hazırsız anında, gerçeği öğrenecek ve başına taş düşmüş gibi olacaktır. O zaman tepkisinin ne olacağını kestirmek zordur. Bu durumlarda kimi anne ve babalar gerçeği saklamakta direnirler yada utanılacak bir suç gibi gerçeği doğrulamak zorunda kalırlar. Bunları önlemenin tek ve doğru yolu, çocuğa gerçeği yasal anababanın söylemesidir. Bütün dünyada toplumsal çalışmanların benimsediği ve uyguladığı ilke budur.

Gerçeği söylemenin en uygun yaşı var mıdır?

Vardır. Çok küçük çocuklara ilk beş yıl içinde bu konuyu açmak sakıncalıdır. Ergenlik çağında ise gencin tepkisi kestirilemeyeceği için, o yaşları da seçmemek doğrudur. Altı yaş ile on yaş arası en uygun yaşlardır. Hem çocuk durumu anlayacak kadar büyümüş, hem de anababadan soğumayacak kadar onlara bağlanmıştır.

Gerçeği açıklama işini, ana ve baba birlikte yapmalıdır. Çocuğun sorularına açık ve doğru yanıtlar vermeli tepki gösterebileceğini de beklemelidirler. Ama çocuğun tepkisi, hiçbir zaman bu gerçeği başkalarından duyması gibi hayal kırıcı olmayacaktır. Çocuğu en çok yatıştırıcı yaklaşım şudur: «Biz senin öz ananbaban değiliz ama seni öz çocuğumuz gibi seviyoruz. Çünkü birçok çocuk içinden seni seçtik.!» Çocuğun kendi öz anababasıyla ilgili soruları da dosdoğru yanıtlanmalıdır. Ana ve babadan biri sağ ise bu çocuktan gizlememelidir. Çocuk isterse, ana veya babasını görmesi sağlanmalıdır. Bu davranışlar, tersine, çocuğu yasal anababadan uzaklaştırmaz; daha çok bağlar.

Çocuk Ruh Sağlığı Bölümümüze danışmaya gelen bu durumdaki eşler, gerçeği açıkladıklarında, çocuktan korktukları tepkinin gelmediğini sevinerek anlatmışlardır. Üstlerinden büyük bir yükün kalktığını, çocukla ilişkilerinin daha sağlıklı bir yola girdiğini söylemişlerdir. Ancak ülkemizde yasal anababaların çoğu işi oluruna bırakıp, sıkıntılı bir gizliliği sürdürmeyi tercih ederler. Gerçeği dolaylı yollardan öğrendiğinde, çocuğun dünyasının yıkılacağını, kendilerinin de onunla birlikte acı çekeceklerini düşünmek istemezler.